Duruş Bozukluğu Düzelir mi?
Duruş bozukluğu… Kulağa yalnızca bir fiziksel sorun gibi gelse de, aslında çok daha derin, çok daha toplumsal bir mesele. Çünkü duruş, yalnızca bedenimizin dikliğiyle değil, kim olduğumuzla, dünyaya nasıl baktığımızla ve hatta toplumun bizi nasıl şekillendirdiğiyle ilgilidir. Bu yüzden “Duruş bozukluğu düzelir mi?” sorusuna verilecek yanıt, yalnızca fizik tedaviyle ya da egzersizle sınırlı olamaz. Bu mesele, toplumsal cinsiyet rollerinden çeşitliliğe, sosyal adalet mücadelesinden kişisel farkındalığa kadar uzanır.
Duruş: Bedenin Dili ve Toplumun Aynası
İlk olarak şunu kabul etmek gerekiyor: Duruşumuz, sadece omurgamızın konumunu değil, iç dünyamızı da yansıtır. Omuzlarımızı düşüren bazen fiziksel yorgunluk değil, taşıdığımız duygusal yüklerdir. Başımızı öne eğdiren çoğu zaman kas gerginliği değil, toplumsal baskılardır.
Peki, bu durumda duruş bozukluğu sadece bireysel bir mesele midir, yoksa kolektif bir sorumluluk mu taşır?
Toplumun bize dayattığı kalıplar, nasıl oturmamız gerektiğinden nasıl davranmamız gerektiğine kadar uzanır. “Kadın zarif oturur, erkek dik durur” gibi sözler, aslında duruş bozukluğunun toplumsal kökenlerini gözler önüne serer. Bu yüzden çözüm, yalnızca fizyoterapi salonlarında değil, zihinlerimizde ve kültürel normlarımızda da aranmalıdır.
Kadınların Empati Merkezli Mücadelesi
Kadınlar açısından bakıldığında duruş bozukluğu, çoğu zaman görünmez bir direniş alanına dönüşür. Toplumsal baskılar, kadınların beden dilini bile şekillendirir. “Kendini fazla gösterme”, “fazla yer kaplama”, “başını eğ” gibi örtülü mesajlar, kadın bedeninin kamusal alandaki varlığını kısıtlar.
Kadınların kamburlaşan omuzları, bazen sistematik olarak maruz kaldıkları ayrımcılığın ve yükledikleri empati sorumluluğunun bedelidir.
Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Kadınların bedeni, yalnızca biyolojik değil, toplumsal yüklerin de taşıyıcısıysa; duruş bozukluğunu düzeltmek, aynı zamanda bir özgürleşme pratiği midir?
Empati, kadınların çoğu zaman otomatik olarak üstlendiği bir sosyal beceridir. Ancak bu empati yükü, omuzlara gerçek bir fiziksel yük gibi çöker. Kadınların bedenini dikleştirmek, onların sesini yükseltmekle, sınırlarını çizmekle ve kendi alanlarını talep etmekle mümkündür.
Erkeklerin Analitik ve Çözüm Odaklı Yaklaşımı
Erkekler tarafında ise mesele çoğunlukla teknik bir çözüm meselesi olarak görülür: Egzersiz yap, kaslarını güçlendir, fizik tedaviye git. Bu yaklaşım yanlış değildir ama eksiktir. Çünkü sorunun sadece fiziksel olmadığını gözden kaçırır.
Erkeklik rolleri, “güçlü dur”, “eğilme”, “kontrolü kaybetme” gibi mesajlarla bedeni sürekli bir kontrol altında tutmaya zorlar. Bu baskı, erkeklerin kendi bedenleriyle sağlıklı bir ilişki kurmalarını da zorlaştırır.
Peki, erkeklerin duruş bozukluğuna yaklaşımı gerçekten çözüm odaklı mı, yoksa bir şeyleri bastırmanın başka bir yolu mu?
Erkekler için duruşu düzeltmek, sadece omurgayı değil, duygularını ve beklentilerini de yeniden hizalamak anlamına gelmelidir. Çünkü bedenin kontrolünü sağlamak, önce o bedeni anlamaktan geçer.
Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Duruş
Farklı beden tipleri, engellilik durumları, yaş ve kültürel geçmişler… Duruş meselesi bu çeşitlilik içinde daha da karmaşık hale gelir. Toplum, “ideal duruş” gibi tek tip bir norm üzerinden herkesi değerlendirdiğinde, çeşitliliği yok sayar ve birçok bedeni dışarıda bırakır.
Duruş bozukluğu bazen bir hastalık değil, bedenin kendi ifadesidir. Bazı insanlar için o eğrilik, doğuştan gelen bir özelliktir; bazıları içinse yaşam deneyimlerinin bir sonucudur. Sosyal adalet bakış açısı, bu farklılıkları patolojikleştirmek yerine anlamayı ve kapsayıcılığı seçer.
Bu noktada önemli bir soru ortaya çıkar: “Düz” bir duruş, gerçekten herkes için ulaşılması gereken bir hedef mi, yoksa çeşitliliği inkâr eden bir norm mu?
Değişim Mümkün: Bedenle Barış, Toplumla Barış
Sonuç olarak, evet, duruş bozukluğu düzeltilebilir. Ama bu, sadece fiziksel bir yeniden hizalanma değil; aynı zamanda zihinsel, duygusal ve toplumsal bir dönüşümle mümkündür. Duruş, bir beden meselesinden çok daha fazlasıdır. O, kimliğimizin, inançlarımızın ve toplumla kurduğumuz ilişkinin somut ifadesidir.
Kendimize şu soruları sormadan gerçek bir değişim mümkün değildir:
Bedenimi gerçekten tanıyor muyum, yoksa toplumun bana biçtiği şekle mi uymaya çalışıyorum?
Kadınlar üzerindeki empati yükünü hafifletebilir miyiz?
Erkekleri yalnızca çözüm üretmeye değil, anlamaya da teşvik edebilir miyiz?
Ve en önemlisi: Duruşum, bana ait bir seçim mi, yoksa bana dayatılan bir sonuç mu?
Belki de duruş bozukluğunu düzeltmenin ilk adımı, bu soruların cevabını aramakla başlar. Çünkü beden dik durduğunda, yalnızca omurga değil, toplum da biraz daha adaletli olur.